Cumartesi, Ağustos 15, 2009

On the road... Doğa mı şehir mi?


Hiçbir girizgah yapmakla uğraşamayacağım çünkü hemen ve hemen söylemek istediğim şey şu : iyi ki bir minibook um var :) Bu sayede yoldayken bile açıp blog yazabiliyorum. Bir de deminden beri bunun farkında diildim ve kendi kendime keşke defter kalem alsaydım blog yazardım diyip duruyordum.

Eskiden Tolga ile gittiğimiz kamp yolculuklarında hep yazardık, seyahat günlüğü gibi bir şey. Hatta Tolga bir dönem seyahat öncesi de bir yazı hazırlardı bizi gaza getirmek için. Aradan artık 15 yıl mı geçti bilmiyorum ama yine öyle bir heves ettim yazmak için. Hem de bu yolculuğun benim için şöyle bir özelliği var : plansız programsız canımız nereye isterse diye çıktık yola…Ege' ye doğru… Aslında deniz üstünde yapmak istiyordum bunu ama olmadı işte… Neyse seneye inşallah ;)

Her yolculuğun bir albümü ya da şarkısı vardır ya, bu yolculuğun da benim için şarkısı muhteşem bir şarkı olan Fleet Foxes – Mykonos olacak sanırsam… Bir sürü Cd hazırladım. Arada nostalji de var. Mesela şunun gibi :

Talk to me softly there’ s something in your eyes
Don’t hang your head in sorrow and please don’ t cry...


ya da

Denize açıldım sevmeye sevilmeye
Anladım sevmek gibisi yok...

Kocacım araba kullanıyo haliyle :) Halinden de memnun gibi. Metallica’ nın Black Dog cover’ ı eşliğinde Akhisar’ a gelmek üzereyiz. Evet evet Susurluk’ ta tost yedik ama sanırım bu inatçı geleneğe artık bir son vermek istiyorum çünkü ağzımın içi kıtır tost ekmeği yüzünden yara oldu :(

Şu an VINN ya da Connect Card gibi ürünlerim olmadığından yazımı post edemeyeceğim ama Çeşme' ye varır varmaz ederim. (fotoları edemicem çünkü salak gibi aktarım kablosunu almamışım :( belki cepten çektiklerimi post ederim.)

Bu arada ilk durağımız Çeşme olsun istedik çünkü Eray’ la çıktığımız ilk tatilde de gittiğimiz yerlerden biriydi ve çok komik anılarımız var orada… Kısa zaman içinde Çeşme çok değişmiş , ciks olmuş iyice diye duydum / okudum.. Sörf çılgınlığı sarmış hobi tutkunu (!?) gençliği ve orta yaşı… Otel fiyatları filan uçuk. Gidip göriciiz bakalım. Aslında bence sırf Babylon – Alaçatı için bile gidilir. Kumsalda bir Babylon… Kulağa rüya gibi geliyor. Bizim Çeşme’ ye gideceğimizi duyan eski yol arkadaşımız Teoman da bu gece Babylon Alaçatı’ da çıkmaya karar vermiş. E şimdi gitmemek olmaz…

Bu arada bu ‘neden Çeşme’ konusundan yola çıkarak birşeyi daha ortaya koymak istiyorum. Hani insan hayatı boyunca kendini tanımaya devam eder ya, ben kendimle ilgili birşeyden daha emin oldum. Hani Ege' nin el değmemiş muhteşem sahil köyleri , doğal yerler dururken neden canım hep Çeşme , Bodrum gibi yerleri istiyor? Sanırım ben doğanın yaptıklarından / sunduklarından çok doğaya 180 derece zıt giden insanoğlunun yaptıklarından / sunduklarından hoşlanıyorum. Bu doğaya karşı gidiş etkiliyor beni. Bu noktada 2 tane etiket almışımdır hemen : konformist ve doğaya saygısız. Valla şehir karmaşasına konfor deniliyorsa evet konformist doğru etiket. Müzik, dans, insanlarla ilişki içinde olmak doğaya saygısızlıksa ok o da doğru etiket… Ben gürültüyü, müziği, insanları seviyorum… Evet dinlenmeye ve yalnızlığa da ihtiyacım oluyor. Onu da bu yolculukta Bozburun, Palamutbükü, Akyaka gibi yerlerle becermeye çalışıcaz bakalım… Eğer canımız isterse ;)

Bu arada bugün bizimle aynı saatlerde Amy de Polonya’ dan Kanada’ ya doğru yola çıktı. Tolgacım yine yalnız bir kış bekliyor seni ama merak etme son yalnız kışın ;) Hem bu sene daha bir dışa dönük olacağını umuyorum. THY millerimizi karşılıklı değerlendirelim bu kış :)

Eraycım da MJ ile coştu bu arada. Ama coşulmiicak gibi diil yani. Hadi ben de ona katılıyorum.
Let’s BEAT IT !!!

Hiç yorum yok: