Pazartesi, Haziran 22, 2009

Bir Sebebi Olmalı...

Taksim, sabaha karşı 4 suları. İstiklal üzerinde 18 yaşlarında zıpır zıpır percing' li miercing' li 3 genç önümüze çıkarlar ve...

Çocuk : Sizinle fotoğraf çektirebilir miyiz?
Eray : HAYIR
Çocuk : Neden?
Eray : ... (yürümeye devam eder)
Çocuk : Bir sebebi olmalı ama yaaa....

Çok güldüm... Çok tatlıydı çocuk. Neden fotoğraf çektirmek istedi bilmiyorum ama sonra çok acıklı bir sesle bir sebebi olmalı yaa diyince üzüldüm... Bir sebep bulup anlatmak istedim... Ama tabi sebepsizce ve de edepsizce gülerek yürümeye devam ettik :)

Neyse o saatlerde neden oradaydık peki? Eskiden olsa normaldi ama son senelerde artık öyle sabaha kadar barlarda kalacak ne isteğimiz ne de halimiz oluyor... Ev hali, uyuşukluk daha bir çekici geliyor. Ama kıçımızı kaldırıp da bir arkadaşımızın doğumgünü vesilesiyle kendimizi zorlayıp gittiğimiz o gece, Taksim gecelerimiz arasında en unutulmazlardan biri oldu :)

Gidişte sırf köprü geçme kısmı bile 1 buçuk saat süren yolculuk bizi Taksim' e gitmeye yine tövbe ettirdi... Ama iyi ki gitmişiz :)

İlk başta gittiğimiz arkadaşımızın doğumgünü güzel ve hijyenik bir mekandaydı. Kutladık, pasta kestik, fotolar çekildi, eğlenildi ve makul bir saatte de çıktık. Herşey normal. Sonra Melkon' un bir arkadaşının bir partisi vardı oraya uğrayalım dedik. Bu arada İstiklal' de Balo Sokağın paralelinde, daha doğrusu o sokakla çatal yapan dar bir sokak vardır. O sokak çıldırmış. Sakın girmeyin. Artık orası bir sokak değil bir mekan olmuş. Sadece masalar var ve de oldukça yüksek volume' lu canlı Türk pop müziği eşliğinde delilerrrrr gibi dans eden insanlar. Bir an ezileceğimi filan sandım. Kalabalık, stadyum konseri saha içi hengamesinden halliceydi.

Neyse Balo Sokak' tan biraz aşağı yürüdük ve adının hiçbiryerde yazılı olduğunu görmediğim bir mekana geldik. Mekan adını vermek istemiyorum (bir sebebi olmalı ama yaaa) :)

Merdivenleri (sanırım 4 - 5 kat) çıktık ve ev gibi bir yere geldik (ya da ben öyle hatırlıyorum). 10-15 kişi filan vardı hiçbirini tanımıyoruz filan derken Orkun' u gördük. Karşılıklı bir algı komedisi yaşayıp kopunca doğru yere geldiğimize emin olduk. Didem’ i de görünce tamam yanlış olamaz dedik. Balkon kısmı olduğunu sonradan öğrendiğim yerden, yapraklar dallar arasından da Melkon çıkınca tamam herşey yolunda dedik.

Melkon herzamanki gibi yüzünü görünce mutlu olasın gelen bir insan. Hemen mutlu olduk biz de :) 'Melkon abi hani çalışacaktın' diyen birilerini duyunca eyvah dedim, burada ağır iş var yardım edeyim Melkon' a. O da hemen atladı tabi. Ülkenin en iyi emekçisi burada diye beni lanse edip (ya da gaza getirip) oturttu bir yere. Sonra gelsin kahkaha gitsin gümbürtü.

Parti sahibi Melkonların okuldan bir arkadaşıydı. Yurtdışında yaşıyor ve İstanbul ziyareti sonrası bir veda partisi yapıyormuş. Biz parti sonuna kadar bunu hoşgeldin partisi sanıyorduk. Olsun ne farkeder. Alkolün ortak paydaş ve sosyal bir tutkal olduğu yerde sebeplerin / bahanelerin bir önemi kalmıyor...

Birbirini direkt olarak tanımayan ancak arkadaşın arkadaşı şeklinde bağlantı kurulabilecek insanlar topluluğuyduk o gece... Çok eğlendik. Bir eksiğimiz vardı : Banu’ cum. Marvin’ in kuduz aşıları sebebiyle gelemedi :( Banucuuuuuuuuuuuum bir daha ki sefere sen, Marvin ve kediler de gelsin lütfen...

Bilmem artık eğlencemize katkıda bulunan özel kişiler sayesinde mi yoksa bu şekilde 'relax' bir ortam oluşturan kişiler sayesinde mi ama genelde gülmekten karınlarımızı tuttuğumuz, Taksim ve dolayısıyla İstanbul'un gürültülü havasını soluduğumuz, şehir ışıkları yüzünden yıldızları gözükmeyen gökyüzüne bakıp hayat güzel diye içimizden geçirdiğimiz, Bubbles' ın Kiev maceraları, Melkonların sürreal evdeki objelerle ilgili maceraları ile süslü , kısacası dolu dolu eğlenceli bir gece oldu...

Melkon' a daveti, parti sahibine misafirperverliği, kuzenine paylaşımı, mekandaki garsona sabrı ve oradaki herkese candanlığı için çok teşekkürler...

Geceden bazı parçaları aşağıya atıyorum...
Keyif paylaşılmalıdır ;)

- “and your name was?”

- CD’ ler sadece plastikten mi yapılır sorunsalı --> elektronik mühendisine sormayı unuttuk

- İşyerinden arkadaş sürprizi

- Melkon' un gene yanlış anlattığı ve gecenin sonunda doğruyu öğrenmemizle yarılmamıza sebep olan media rug - movie rug paradoksu

- Prototip koltuk üzerindeki durum toparlamalar

- Çivi koltuk ve çivinin ne olduğu tartışmaları --> ucu sivri olmayınca çivi olmazmış

- "abi biz iyiyiz o zaman"

- Kiev' e giden Bubbles’ ın Ikea' ya gittiğini sanıp hikayeleri öyle dinlemek şeklinde yanlış anlamalar

- ALES' e girecek öğrencilerin gecenin sonunda ‘alles gut’ olmaları

- Melkon' un sadece 1 yudum alıp sonra izini kaybettiği biralar

- Ortak paylaşım biraları

- Melkon - plasma küre yakınlaşması

- Headliner hakkı

- Saksıda keçi boku arama operasyonu --> bununla ilgili şüpheye düşmek bile istemiyorum :)

- "kulak olayını anlatacaktın Melkon" --> anlatmaya başladı da anlatabildi mi hatırlamıyorum :)

- Mekanda bizden başka kimse kalmadığı ve huzura ermeye az kala bir anda garsonun gelip: "bişi sorcam, hesabı siz mi ödiceksiniz?" diyerek bizi ayıltması....

- Şampiyon’ da kokoreç , Bambi’ de de ‘olabilecek herşey’ tıkınmaları

- Foto isteyen çocuklar

- Eve gelip yılın en uzun gününe doğan güneşin doğuşunu kutlamamız

- Ve mutlu uyku...
....

Bir Tutam Tuz...


Haneke' yi özledim... Haneke' li günleri. Çok haz aldığım filmleri.. Neyse ki yaz sonu hüznünü hissettirmeyecek filmler gelecek. Michael Haneke , Lars Von Trier, Quentin Tarantino vs...

DM gibi 12 albümü olan ve albümlerindeki neredeyse tüm şarkıları güzel olan bir grubun hayranı olduğum için şanslı olduğumu düşündüm demin. Çünkü bir şarkıyı n defa dinlerseniz sıkılırsınız. DM için de bu böyle tabi ama dinleyebileceğiniz 200 şarkı varsa sıkıldıklarınızı bi 8-9 ay dinlemeden oyalanabiliyorsunuz diğerleriyle. Sonra ilk sıkıldıklarınıza tekrar döndüğünüzde 'ahhh evvvettt' oluyorsunuz... Çünkü güzeller ve özlemişsiniz...

Bir süredir yok dizdir yok diştir yok tiroittir yok astımdır vs derken sıkıldım. Hiçbir sağlık sorunu yaşamamış ve yaşamayan insanların hayatlarını merak etmekteyim. Ne kadar şanslı olduklarının farkındalar mı acaba? Bütün bunlar sırasında hastanelerde orda burda daha ciddi sorunlarla cebelleşen insanları gördükçe ben şanslı olduğumu düşünüp mızmızlanmama antrenmanlarına başladım. Hayatın ve sağlığın değeri hiçbirşeyle kıyaslanamaz.
Bir arkadaşımın bir lafı geldi aklıma. Öncelerde çalıştığım bir işyerinde 4. kata çıkmak için asansör beklerken bize gelip : "Aaa hadi canım merdivenden çıkıverin. Yürüyebiliyorken kullanın bacaklarınızı..." demişti... Ne kadar haklı di mi?

İş güç - hadi biliyoruz hepsi yalan , bile bile yiyor yutuyoruz da ne zaman hazmedebilicez bilmiyorum. Bekliyorum... Varsa bu hayatın sodası, içmek istiyorum...

Alaladelik diye bir taht var... Kendimi oraya rahatça oturtabilsem o zaman sorun kalmicak. Ondan sonra vur patlasın çal oynasın :)