Cuma, Mart 13, 2009

Bant...

Bu dergiyle beni ilk tanıştıran tabi ki sevgili Nietzsche Guevara olmuştu :) Yıl 2004' tü sanırım. İlk aldığımda dergiyi birşeye benzetememiştim. Ağırlıklı olarak müzik içeriğine sahip olmakla birlikte herşeyden bahsediyordu. O zamanlar kalıba sokamadığım, adlandıramadığım şeylere biraz ürkek yaklaşıyordum. Çünkü kendimi de etiketler olmadan ifade edemezdim çok. O yüzden dergiye de çok ısınamamıştım. Ve bir müddet almadım. Ama aylık dergilerimi alırken hep bir yandan gözüm Bant' ı da arar ve kapağına bir bakış atardım.

Aradan 3 yıl geçti... 2007 yılında bir gün bir kez daha deneyeyim diye aldım Bant dergisini. Sonuçta kapakları hep çok çekiciydi.

Ne güzel tesadüf ki o ay konu olarak seçtikleri şey benim de araştırmak istediğim ancak bir türlü vakit ayıramadığım bir konuydu. Şimdi bir çırpıda o konuyla ilgili bir çok bilgiye hatta bir çok farklı bakış açısına da erişmiştim. Ne güzel de oldu, o aydan itibaren sektirmeden aldım Bant dergisini.

Her ay da büyük bir keyifle okuyorum. Ciddiye alıyorum. Diğer aldığım bazı dergiler gibi resimleri ve başlık paragraflarını okuyup geçmiyorum. Her yazısı ayrı bir besin kaynağı...
Ben bu dergiden besleniyorum.

Yazımın başında da demiştim. Bir kalıba sokamam Bant'ı. Özgür ve "biricik" diyebilirim belki bir de sıradışı. Önemli bir diğer özelliği de bazı müzik gruplarını Türkiye' ye getirip bizlere canlı izleme şansını sağlıyor olması... Her sayısındaki kapak dizaynı değişik sanatçılara ait oluyor. O sayıda o sanatçıyı ve eserlerini de konu ediyorlar... Bu sayede dünyanın farklı yerlerinden bir sürü sanatçıyı tanıyoruz.

Belki görmüşsünüzdür, 50. özel sayısında konu ATATÜRK' tü. Her yerde okuduğumuz bildiğimiz şeylerden çok farklı yazılar vardı. Arşivlik bir sayıydı...
Kapaktaki portreyi Bant dergisi için çizen de Shepard Fairey adında bir sanatçı. "Fairey has created portraits – sometimes iconic and mythic, sometimes satirical and iconoclastic – of world leaders, skateboarders, musicians, authors, and dozens more. " Shepard Fairey 'nin eserlerinden örneklere ve bir röportaja yer verilmiş dergide.

Mart-Nisan sayısındaki kapak dizaynı da (yazımın ilk başında) artık abarmış olunca yazmadan, reklamını vermeden edemedim. Kapaktaki gördüğünüz foto birçok renkli kağıdın bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir eserin fotoğrafı. Derginin içerisinde bu hipnotik eserlerden daha çok var. Bu eserlerin sahibi Jen Stark. Sitesini de inceleyebilirsiniz : link

Bant' ın Mart-Nisan sayısının konusu da FATURA. Valla okuyunca benim sinirlerim tepeme çıktı. Sinirleriniz sağlamsa okuyun derim... Bu araştırma için dergi yazarlarına çok teşekkür ederim.

Derginin bir de sanal ortamda bir adresi var : link

Benzersiz ve çok özel bir dergi BANT...

Sevgiler...

Cumartesi, Mart 07, 2009

Kayıp Aranıyor !

:(
C.R.A.Z.Y. dvd' m kayıp !
Görenlerin en yakın zamanda bana haber vermesini rica ediyorum.

Ben bu filmi çok seviyorum. Arada koyup izlerim hep. Hatta blog' umda da yeri olmuştur filmin : link

Bu sabah da yağmurlu haftasonu + diş ameliyatımı bir türlü olamama + pms' i atlatıp mensturasyonumu yaşayamama sonucunda girdiğim bunalıma tek ilaç olacak olan bu filmi izleyeyim dedim... Ama yok.. Bulamıyorum :(
Bunalımıma bir bunalım daha eklenmiş oldu :(

"Çok çaresizim birisi bana yardıma gelebilir mi?" :)

Duygu the ÇILDIRAN...

Ayça Şen...

Keşke bu kız bizim arkadaş grubumuzda olsaydı... 7 Mart Radikal gazetesinde yazdığı yazıdan alıp şu aşağıya kopyaladığım paragraf bana bir OH dedirtti. Çünkü yalnız değildim bunalımımda...

.........

Ve kitabın bir yerinde, benim de bir süredir gurur duyduğum ‘hiçbir şekilde uç duygular yaşamamak, aşk, şevk, dengeleri tehlikeye sokacak herhangi bir gereksiz hassasiyet olayına girmemek’ dinamiğime ‘güüm’ diye bir açıklama yaptı : Bu, Amerika’nın içinde bulunduğu durumdu. Kapitalizm öyle bir içlerine işlemiş ki, sadece iş, maddi olarak hayatta kalmak, başarıyı yaptığın işlerle çerçevelemek ve bunun sonucunda aşktan, şevkten ve insanın doğasının ahlakına dair bütün değerlerin; mesela çalkantılı, alengirli, sonuçsuz, bireysel olarak eğiten ilişkilerin yok olması...
.........

Yazının tamamı için : link

DOT Bilsarda


Uzun zamandır DOT Tiyatrosu Vur / Yağmala / Yeniden turlarımız hakkında yazmak istiyordum. Derken sevgili Necla'm bir mail attı ve onun üzerine bana yazacak başka birşey kalmadı :)

Pazar sabahları DOT klasiği:
Cumartesi akşamı: Tüh! yarın DOT'a gidilecek
Pazar sabahı: Burcu hadi! geç kalacağız. Ya hala yine korkarak gidiyoruz ya, deli miyiz biz?
Hala hadi, yine geç kalıyoruz.

Arabaya binme, gözlüğü yukarda unutma, koşarak gidilip alınma.
Gülerek size bakan yeğeninizin müstehzi bakışlarından kaçınma.
Taksim park yerinde VIP'ye park etmek için çaba harcama.
Koşarak Starbucks'a varma ve o güzel kahve kokusunu içimize çekme.
Sıcacık koltuklarda canım arkadaşlarımın bir kısmı ile sanki kendi evimizin salonunda oturur gibi günaydınlaşma, yeme içme.

Şakalaşarak Bilsar binasına elimizde kahvelerle yürüme.
Bilsar'a varıp bakalım bu sefer burada oturanların hangileri oynayacak bugün diye etrafına bakınıp belki Serkan'ı görürürüz diye düşünme.
Bazen hiç bitmese isteme, bazen de çabuk bitse de beraber bir yerlerde otursak isteme.
Bitince oyunculuğa hayran olma.
Oyunu hayatımızdaki detaylarla özdeşleştirme.
Güzel bir şey seyretmenin üstelik de bunu en sevdiğin arkadaşlarınla yapmanın kıvancını hissetme.
Yine harika organizatörümüze şükran duyma.
Zeynebimin önerdiği hep güzel olan yerlerin birinde oturup lak lak yapma. (Bu sefer Eray sen ortaya oturacaksın hiç anlamam, ben de gülmek istiyorum, hem sen neden CC'desin?)
Sonra da evli evine köylü köyüne yapma...
Seviyorum DOT sabahlarını...