Perşembe, Haziran 22, 2006

Tatil derken?

YKB 'ye veda etmişim...Hüzün yapmışım, ağlamışım... Alp 'le Pınar 'ın Çubuklu 29 'daki düğününde DJ 'în başının etini yiyip düğünde Depeche Mode çaldırıp çıplak ayak dansetmişim sosyetik pistte, şıkır şıkır kıyafetler içinde...Düğünden 4 saat sonra almışım yanıma kocamı ve en sevdiğim kuzenimi, sarhoş binmişim uçağa...
Bu tatilden öncesiydi...Ben hatırlamıyorum...Anlatıyorlar, öyle olmuş.
Tatil ve tatilden sonra ise, bambaşka...Hayatım değişmiş... Hayat hiç olmadığı kadar güzel olmuş...
Anlatmak zor hikayeleri...
Atladık Antalya 'dan kiralık arabaya, "on the road again".
Gezi kitabı, Tolga 'nın kafasındaki doğa sporuna heveslendirme hayalleri, Eray 'ın kafasındaki rakı balık planları, benim 19454726 kg 'lık eşyam...Bir de yanımızdaki gizli arkadaşımız(!)...

İlk durak Olimpos...Klasik. Çok da enteresan bir yer olmasa da, ilk yorgunluğumuzu atmak ve gülme krizlerimizi doya doya yaşamak için iyi bir seçimdi. Keza Olimpos 'tan itibaren bu üçlü "Üç Gülenler" olarak anılacaktı...

Tolga dorm'da kaldı. Yatak arkadaşlarından biri keş-leş bir Suriye 'liydi. Tolga çok zarar görmesin diye 2 günden fazla kalmamaya karar verdik. Gerçi Tolga tatilin başında karar vermişti zaten çekiciliğini test etmeye ama biz razı olamazdık. O biricik Tolga ' mızdı, gay olmasındı...Ama tabi yine de kendisi bilirdi..."Canına göre değişen canlı müzik" yapan yer yerine Öküz 'e gitmeye karar verdik ilk gece. Veee Tolga dansın ilk sinyallerini verdi o gece..."O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Olimpos 'ta özenle hazırlanmış keklerimizi(!) yedik. Kek derken?Muffin formatındaki keklerimizin 7 tanesi fındıklı 3 tanesi bademliydi. Bilenler bilir bademliler çoooook daha özeldi(!). Kah güldük, kah uyuduk, kah içtik, kah yüzdük, kah sea kayak yaptık... Sea kayak derken? Dümensizdi bi de... Daha tatilin ikinci gününde Tolga bizi tuzağa düşürmüştü, belki kekler yüzünden olabilir, bilemicem ama hemen evet dedik. Ve tatilin daha ikinci gününden , dümensiz sea kayaklara rağmen Tolga 'ya hak verdik. Yalnız Eray 'ımı biraz güneş çarptı. Birkaç gün hasta gezdi. Ama hiç sesini çıkarmadı. Birtanem o benim... Güneş çarpması fenadır. 2 sene önce de yine Olimpos 'ta benim başıma gelmişti... Sea kayak vakası sadece bu kadar değildi. Bir de közlenmiş domates gibi derilerimiz oldu. Şu anki soyuklarımızı buna bağlıyoruz...

Porto-Ceneviz koyuna gittik. (bu koyun özelliğini(!) daha sonra öğrenecektik ve "o. derken?" diye karşılık verecektik). Sea kayak ta bir çift de bize eşlik etti. Sonradan bu çiftin adını "bizim çocuklar" olarak koyacaktık. Tolga 'nın ufukta gözden kaybolmasını beraber izledik. Sea kayak bilmeyen sea kayak rehberini endişelendiren Tolga bizi çekmek için geri döndü. Dümensiz sea kayak kötüymüş...

Bir ara sea kayak lardan atlayıp denize girdik. Tolga sea kayak 'a kendi başına çıkmak için ısrar edince ortaya garip pozisyonlar çıktı...Kime niyet kime kısmet Tolga 'cım...Ama o yine de mutlu bir insan... "O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Benim kürek çekmeye doyamayan kollarım yüzünden çoğu zaman tek başına kürek çekmek zorunda kalan kocamı kocalıktan soğutmamak için dönüş yolunda bana Tolga eşlik etti...The Doors ve Depeche Mode eşliğinde dönüp 'bizim çocuklarla' gözlemelerimizi yedik. Gözleme derken? Olimpos 'un vazgeçilmezi ve tek yiyecek opsiyonu...'Bizim çocuklar' neden bilmem ama akşam ziyaretimize gelmediler...Bütün gece bunu merak ettik. Hatta kayısı toplamak için ağaca tırmanan ve Tolga 'yı günaha davet ettiğine inandığımız o güzel ayaklı turist kız bile ilgimizi çekemedi (?!).
Olimpos 'u uzatmayıp biraz daha kuzeye, bizi bekleyen cennete : Kabak Koyu - Turan 'ın yerine doğru yola koyulduk... Hatırlayamadığımız ne çok şarkı sözü varmış meğersem :) Yemek için Kalkan 'a uğradığımızda Tolga amacına ulaşmak için ilk adımı attı : kulağını deldirdi. Artık o hem deli hem de küpeli...

Yolda Kelebekler Vadisi 'nden geçerken bir saygı duruşunda bulunmadan edemedik. Saygı derken?

Kabak Koyu 'nda Turan 'ın yerine varmak için bize biraz yürüyeceksiniz demişlerdi... Ben düz bir yürüyüş yolu beklediğimden 19454726 kg 'lık eşyamın sorun olmayacağını düşündüm. Ha bu arada Likya Yolu işaretlerini her gördüğümüz yerde Tolga 'nın "bak".."bak..."bak" demesinden ayrı bir gına sebebi çıkarttım o da ayrı. O yolda eşyaları taşımak için eşekler varmış. Bizde de vardı. Tolga ve Eray :( Sessiz ama yoğun küfürlerini çok derinden hissettim. Heralde artık benden nefret etmişlerdir ve beni bir kenara fırlatıp atarlar, zaten ikisi çok iyi bir çift oluşturdular , Tolga Eray 'a boş değil zaten filan diye düşünürken Turan 'ın cennetti onlara nefret denen şeyi unutturdu. Neredeyse her türlü nefreti... (!?!!!)

Ben kocamı kimseye kaptırmam. Konu Tolga ve Tolga 'nın hayatta herşeyi bir kez denemelisin felsefesi olsa bile. Felsefe derken? Eray'ım zaten homofobiktir. O sadece Tolga 'yı üzmek istemiyo... Neysssee Turan 'ın yerinin işletmecisi ve sevgilisi Ece çok tatlı insanlar... Ortam mükemmel : SAYKO DELİK ! Çalan müzikleri ve ortamı öyle tanımlıyorlar kendileri. Psychedelic derken? Heralde bu kelimenin anlamını açıklamaya çalışırken bir ya da birbuçuk saat boyunca gülmüşüzdür. Gizli dostumuz(!) sağolsun...Doğanın dengesini bozmuş bile olabiliriz. Denge derken? Tolga 'nın şu sorusunu unutamam : "Doğanın hangi dengesi?" Niyeti bozduğu her halinden belliydi..."O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Neyse doğru yolu bulduk. Tolga 'nın yerini ben aldım. Kaldığımız küçük evler çooooooooook güzeldi. Kapısı filan yok, yerde bir şilte, cibinlik ve muhteşem manzaralı bir balkon...O evlerde uyunan uykunun yerini başka hiçbirşey tutamaz... Her ne kadar horozların "arkadaşlaaaaaaar" çağrısı Eray 'ımı sabahları uyutmasa da... Balkon sohbetlerimizi ve gözümün önünde gerçekleşen "shotgun" unutamadıklarım arasında...

Tolga yine bir doğa sporu tuzağı kurmuş Kabak 'ta : Dağın zirvesine tırmanıcaz ! Yemedim tabi bu sefer. Ben paşa paşa denizime girer, Turan 'ın psychedelic müzikleri eşliğinde kitabımı okurum dedim ve bu ikisini yalnızbaşlarına doğaya saldım. Bu arada annemi aradım. Annemin uyarısı : "kalmayın oralarda, kene saldırısı varmış, virüs bulaşıyomuş". Kene derken?

Bunlar çıkmış zirve civarına...Likya Yolu yürüyen ak sakallı bir dede filan görmüşler. Susuz kalmışlar filan. Artık ne kadar eksik ne kadar fazla anlattılar bilemicem... Ben denizde dalgalarla oynadım, kitap okudum, müzik dinledim, arındım filan tabi bu arada... İnsan cennete çok sık uğrayamıyor. Doya doya yaşadım...Tolga spora doyamamış olacak ki , dağdan indiğinde ben şu adaya yüzüp gelim dedi. Gitti. Dönüşte de François Ozon filmlerinden fırlamış bir edayla kumsalda oturan ve Tolga 'yı beklediği varsayılan genç ve yakışıklı bir çocukla sohbet etmiş. (Belki bu sadece bir hayaldi ona emin olamıyoruz...)

Geyik bir kenara...Kabak Koyu 'nda herşey o kadar güzeldi ki. Yıldızlar, şarap, insanlar, güneş, cibinlikli yatağımız, balkonlarımız, yankılanan kahkahalarımız, bizi sevdikleri için hiç üstümüzden inmek istemeyen sineklerimiz....

Bu arada İTÜ 'den Süheyla ile karşılaştım orada...Onlar da cennette 6 gün kaldılar. Biz ise "on the road again derken?" dedik ve 2 güzel günün sonunda oradan ayrıldık... Dönüş yolu sonunda ağlamamı es geçiyorum... Hayatımın en sancılı yürüyüşünü yaptım. (Daha da sancılısını ise 20 haziran gecesi sonrası Kuruçeşme 'den Ihlamur 'a kadar yapacaktım...)

Bir sonraki durak beni daha az yormak adına ve yolda yemek için durduğumuzda aklımızda kalan Kalkan 'dı. Doğa sporu tuzağı felan olmasın diye yeri ben seçmiş ve planı ben yapmıştım. Bu sefer tuzak sırası bendeydi. Ucuz bir pansiyona yerleştikten hemen sonra Kaputaş 'a denize gittik. "Pansiyon derken?" : Bunu gerçekten de bir genç sordu bize...

Kaputaş 'ta Tolga 'dan ilham almış olmalıyım ki kaşındım : "Hadi Mavi Mağara 'ya yüzelim !" Bizden çok daha akıllı olduğu her halinden belli olan kocam akıllılık edip katılmadı bize. İlk önce kaya tırmanışı, bir gece önce gördüğüm rüyaya paralel olarak aşağa bakıp başımın dönmesi, titremem ve deli gibi pompalanan adrenalin. Kayalardan suya atlama sonrası dalgalar yüzünden yuttuğum sular ve pes etmem... Bir de üstüne üstlük birden bire türeyen köpekbalığı paniğim :( Tolga 'nın : "keşke köpekbalığı gelse de fotoğrafını çeksem" duası...Dua derken? Çeke çeke, çük gibi bikaç balık fotosu çekti. Çük derken? "O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Dönüşte benim moralimi düzeltmek için her kılığa girebilen Tolga bir de benim kuruması için hasırın üstüne serilmiş olan bikinimin içine girdi.

Bir de uzun süre oturdu öyle. Ne zamanki biz erotik konulara girdik ve içi içine sığamadı işte o zaman değiştirmek zorunda kaldı bikiniyi... Ben yorumsuzum... Bakalım medya ne diyecek...

Kalkan 'da ilk gecemiz, Tolga için bir ilkin daha gerçekleşmesine gebeydi. İşte bu da benim tuzağımdı... Az sonra anlatacağım ama önce göz kapaklarım düşmüş bir şekilde Kalkan sokaklarında dolaşmamız, "ne koydun lan buna?" diye Tolga 'ya çıkışmalarımız, restaurantta bir türlü sipariş vermeyeşimiz, kitlenmelerimiz, Tolga 'nın garsona :"Patates yer miyiz?" diye sorması, Eray 'ın rakıyla buluşması, Tolga 'ya aldığımız Thai pantolonları, açılan yırtmaçları, Tolga 'nın "yaz bunları" diye ısrarları ama hiçbirşeyi hatırlayamamız , ota boka güldüğümüzü farketmemiz gibi "Üç Gülenler" in birkaç anektoduna değinmeden edemedim. Yani bir insan bu kadar gülebilir... Biz ota boka gülüyoruz sanıyorduk ama aslında çoğu zaman bizi güldüren Eray 'mış. Bunu Eray 'sız kaldığımız zamanlarda gülemediğimizden anladık :)

Bu kadar gülünce dünya tersten dönmeye başlıyor. Gerçekten de...İnanın valla öyle...

Şöyle açıklayayım : geceyarısına doğru bir bara girdik, dışarda masada oturup biralarımızı içip dünyanın dönüşünü izlerken, Shakira "hips don't lie" çalmaya başlayınca ben biraz içeri girip dansetmek istedim. "E biz de gelelim barda duralım" dediler bu çılgın ama o an için durgun ikili... İçeri girdim bir baktım ki, Tolga benden önce fırladı piste ! Bu dans etmemeye yeminli adam, bu dans etmeyi sevmeyenler kulübü kurucusu...Saat 00:30 'du hiç unutmuyorum. Thai pantolonu ile Tolga pistteydi. Onu bir daha durduramadık. Saat 02:30 gibi onu zorla aldık pistten. Pistteki leş-keş , videoklip ezberi dans eden kız bile dikkat çekemedi Tolga pistteyken. Sonunda kız ortadaki kolonlardan birini bacaklarının arasına almaya kadar ileri gitti ama nafile... Tolga pistin kralıydı :) Kral derken? Tolga tuzağa düşmüştü...

Ertesi gün Amy kulaklarına inanamayacaktı. O heyecanla bu olayı fotoğraflamayı akıl edemedim.. Çok yazık. Ama musluk açıldı bir kere...Akar bu :)

O rüyadan uyandığımızda kendimizi tekne turunda bulduk. Sevda 'mın hediyesi bandana bikinimle takım oluşturmuştu. Bu yandaki fotoğrafa konuşma balonu eklersek Eray 'ın balonu şu olur : "Heeeeeeeeeeeeeeeea" :)

Bu heeeeeeeeeea olayı burada anlatılamaz. Çok güç. O bir efekt, o bir ekol, o tatilimizin vazgeçilmezi ve Eray 'la Tolga 'ya artık yapışmış olan bir efekt. Korkarım Tolga toplantılarda da yapacak bunu.

X firmasından Y Bey : Çikolatanın ambalajı mavi olsun diyoruz biz Tolga Bey.

Tolga : İçinden de oyuncak çıksın şöyle bi güzel. Heeeeeeea...

At-çek (??) sualtı kamerasını iyi ki almış Tolga. Bi sürü su yuttuk poz vercez diye...

Bir de birisi sualtında pırtlayınca da kokuyormuş. Burnumu tıkamak zorunda kaldım :( Yoksa burnuma su kaçmasın diye tıkadığımdan diil yani...

Sualtında fotoğraf ayrı bir deneyimdi. Kadrajı ayarlamak zor. Mesela ayak tırnağımdaki oje dövmeyi çekeyim derken kadraja Tolga da girdi.

Deneme(?!) amaçlı elele bile tutuşturdum çılgın iki erkeği...

Bu arada Tolga bir iş bağlantısı kurdu, daha doğrusu bağlantı Tolga 'yı tavladı. Eray 'la ben Tolga 'ya "olmadı ayakların açık kaldı, olmadı eğim dorğu değildi, olmadı bir daha atla" diyerekten tekneden habire atlatıp kendi sirkimizi kurmuşkene , yaklaşık Tolga 'nın 758 'inci atlayışı sırasında sürpriz bir foto çekerek ve aslında Tolga 'nın gayet düzgün atladığını ispat ederek promosyon firmasına Şölen A.Ş. 'den bir toplantı koparan Gökhan Bey 'i de ayrıca tebrik ediyorum buradan...Tebrik derken?

Neysemmm...Medeniyete en fazla 2 gün katlanabildik. Son durak ve bana göre en eşsizi : Kaleköy 'dü... Kekova Üçağız köyünden deniz yoluyla ulaşılabilen , Batıkkent 'in karşısında kalan küçük köy ve oranın bir o kadar büyük manzarası beni büyüledi...

Kaleden izlediğimiz güneş batışı, gece bakmaya doyamadığımız yıldızlar ve aniden çıkan kızıl renkli ay, batıkkentin tepelerinin suya yansıması, kadife siyahlığındaki deniz ve katran karalığında tepeler... Yansıma ile uzayda akan kara bir nehir olarak algıladığımız sanrımız... Yaşadığım en güzel gecelerden biri... Gördüğüm en güzel manzara... Müzik bile bu kadar güzel olamadı hiç bir zaman...


Kaleköy 'de de o akşam Eray 'ın tuzağı bizi bekliyordu... RAKI BALIK ! İsminin senaristten geldiğini iddia ettiğim Sinarit balığı yedik o akşam... Çok lezzetliydi. Yemekte çok gülmedik. Çok güzel şeyler konuştuk. Hayatımda babamdan sonra en çok sevdiğim erkeğim Eray ve ondan sonra gelen geceyarısı güneşim Tolga ile... Konuştuklarımız bizim aramızda. Gizli dostumuzla Mehtap pansiyonun balkonunda gece büyülendiğimiz o manzara sadece bizim hafızamızda...

Daha fazlasını sanırım yazamicam...Geri dönüş , yolda olmak, Zeyneplere Adrasan da yaptığımız küçük ziyaret ve paylaştığımız gizli dostumuz , Hillside Su 'da kahve molamız, hepsi ayrı güzeldi...

Ama anlatmak zor işte... Herşey çok ama çok güzeldi....

Hepsiden de ötesi hayatın kendisi herşeyden daha da güzelmiş...

Ve...Hayatımdaki herkes...İyi ki varsınız. İyi ki de benim kadar inatçısınız... Sizleri ve içinde sizlerin olduğu bu hayatı çok seviyorum...

Perşembe, Haziran 08, 2006

Veda...

Radiohead – Street Spirit (Fade Out) eşliğinde...
Eskihisar dan dönüyorduk...
Gözümün önünde...Barış ‘ın arabasındaydık. Bu şarkı çalıyordu. Kimler vardı?
Canımmm olan sizlerden birkaçı...
O zaman düşünmüştüm. Gidersem ne kadar da üzülürüm diye... Ama gitmek, ayrılmak o zamanlar çok uzaktı.

Güzel şeyler hep devam edecek sanırız. İçinde bulunduğumuz anı yaşayabilmek için en doğrusu da bu heralde... Hayatın provası yok...

Nasıl garip geliyor şimdi...O anları daha da yoğun yaşayabilseymişim keşke diyorum ama zaten yoğun yaşadım ki şimdi bu kadar hüzünleniyorum...

Nasıl bir paylaşımdı ki bu, giderken yüreğimden bir parça kopuyormuş gibi canım acıyor. İçim acıyor. Bu acıyı tariflemek zor. “üzülme duygu yine görüşeceğiz, zaten biz hep dostuz” diyorlar. Doğru...

Ama...

Beraberdik herşeyde. Bütünleştik. O çok göz ardı ettiğimiz ancak bir yandan da hayatımızın büyük bir parçası olan günlük yaşamlarımızı paylaştık.
Tabi ki bu dostlukların sonu geldi yazısı değil bu...

Ama...

Bir gerçek de var ki günlük hayatın koşuşturmacası , aynı günlük hayatın içinde olmayan bu dostlukların paylaşımını azaltıyor... Ben klasik dostluk kalıcıdır muhabbeti yapmak istemiyorum. Biliyorum zaten içimden kopan parçanın diğer yarısı yine size ait ve hep öyle kalacak. Günlük hayatı paylaşamasak bile... Ama yine biliyorum ki; aynı olmayacak... Elimi uzattığımda orada olmayacaksınız, güler yüzünüze , yanağınıza istediğim an öpücük konduramayacağım. Anlık mutluluk / hüznümü yanınıza gelip paylaşamayacağım. Molalara çağıramayacağım. Gün içinde oralardan bir yerden kahkahalarınızı duyamayacağım. Ancak bilmemkaç tane parametreyle planlanan buluşmalar sonunda görebiliyor olacağım sizi. Beni üzen bu...

Hep yanımda isterim ben sevdiklerimi. Sevgi her ne kadar fedakarlık da deseler bir tarafı da çok bencil işte benim için.

Kızmayın bana böyle yazıyorum diye...
Gözümün önünden gitmeyen şeyler yazdırıyor bana bunları. Tekrarı veya bir benzeri olamayacak o anılar yazdırıyor...

İkiler, Kekik , Filizler, Mc Donalds, Bayramoğlu mantıcı teyze, Hisar ‘da balık ve kaçamak biralarımız...Her Hisar a gidişimizde "atlasak feribota ordan Bodrum 'a" hayallerimiz...Kim tutardı ki bizi?

OPC ‘deki Cafe ‘miz. Türk kahvesi sırasında bekleyip bir yandan zırvalayıp gülerken bir yandan masa kapma çabalarımız...

Yemekhanede sinema , araba , iş , kitap , medya , müzik, cinsellik vs herşey konuştuğumuz yemeklerimiz. Gidelim diyip gittiğimiz / gidemediğimiz filmler, organizasyonlar...

Zeynebimin potları , Sevdamın film çekim hevesleri, Barışımın test sürüşleri, Neclamın bitmeyen pozitif enerjisi, Ümitimin engin bilgisi, Hakanımın grup için şarkı elemeleri , Hüseyinimin başına gelen pişmiş tavuk hikayeleri, Didemimin 4 kat yukarıdan duyulan kahkahaları...

Kar tatili bahislerimiz, şu filmi beğendim / beğenmedim tartışmalarımız, festival organizasyonlarımız, sürpris doğumgünü organizasyonlarımız, OPC içinde oradan oraya taşınmalarımız, Laila cafe ‘miz, OPC yılbaşı partilerimiz, Plaza ‘ya gidip gelişlerimiz, güneş tutulmasını izleyişimiz, yürüyüşlerimiz, ISA3 belgeselimiz, dedikodularımız, kahve fallarımız, radikal bulmacalarımız, kişi tutmaca / tahmin etmece oyunumuz, mp3 share lerimiz, OPC bahçesinde extreme kartopu oyunlarımız, fazla mesailerimiz, sametime ‘la başlayıp gtalk ‘la devam eden anlık sohbetlerimiz hatta dertleşmelerimiz, küfürlerimiz, yiğit özgürlerimiz, şaşı fotoğraflarımız...

Klasikleşmiş repliklerimiz;
“WC deyim giderken alın beni”
“Mola?”
“Hadi”
“Bugün yemekte ne var?”
“Dışarı çıkalım mı?”
“Bende araba var”
“Kahveleri sen mi ısmarlıyosun”
“Sen masa tut”
“Giderken şunları da içeri masama bırakır mısın?”
“Mesai?”
“Inventus önünde bekliyorum”
“Ben şimdi geldim moladan :( ”



Komiklerimiz;
“Tombuşlar”
“Gebze porseleni”
“Toplum odası”
“Pilav tavuk (pillow talk)”
“Origami oldum”
“Homofobik ne demek”
“Homoibibik diilim ben”
“Libido ne demek?”
“Kegel ne demek?”
“Göt”
“Sensin göt”
"Metaforik füg"
"Goethekorik çük"
....
....

Bitmez...
Hafıza muhteşem birşey. Bütün bunları unutturmadığı, düşünürken bile nerdeyse o anki kadar mutlu edebildiği için...

Sizi çok seviyorum.

Hoşçakalın...

Duygu

Pazartesi, Haziran 05, 2006

Sahne Önü !

Eray...
Hiçbir zaman ümidimi yitirmemem gerektiğine inandırdın beni.
Ne yaptın ettin buldun o bileti bana...
"Nothing 's Impossible" ı gösterdin...
Seni çok seviyorum...