Perşembe, Kasım 09, 2006

Duygu...

Mutluyum...

En başta Eray sayesinde... Hayatımdaki yerini, anlamını, emeğini, sevgisini, değerini anlatabileceğim bir büyüklük ifadesi yok..."O herşey" demek belki biraz ifade edebilir...

Tolga sayesinde... Ne kadar özel olduğunu anlatabileceğim bir kelime hiçbir lisanda yok...

Arkadaşlarım sayesinde... Ne kadar sağlam birer destek olduklarını gösterebileceğim bir ölçü yok...

Eskiden çok ağlardım... Annemle babamın evindeki o karamel renkli duvarı olan odamda...

Ben kendimi öyle tanıdım hep... Çok hassas, çok duygulu ve hep yalnız başına o odada birşeylere bir şekilde içi acıyıp ağlayan... Mutsuzdum diyemem, ama eksiktim heralde... Ne olduğunu bilemediğim o eksiklik ağlatırdı beni...

Şimdi de hassasım, duyguluyum ama ağlamıyorum pek... Dedim ya mutluyum; bu insanlar sayesinde... Eksik hiçbir şey yok...

Kendime bir bahane yaratıp ağladım geçen akşam... O an eski Duygu 'yla karşılaştım... O duygu, o hisle... Hissettim...

Bazen... hüzün bile özleniyor...

Hayat puzzle 'ımın olmazsa olmaz parçaları... Siz olmazsanız ben resmi tamamlayamam...
Sizi çok seviyorum...

Psychedelic !

Dünyada bizden manyak başka 2 kuzen daha olabilir mi? :)))))))))

Çarşamba, Ekim 18, 2006

Adaçayı ve ıhlamur...

* 2 gün sonra İtalya 'ya gidiyoruz. Biran önce iyileşmem lazım...

* Roxy' deki DM partisi çok güzelmiş... Bir dahaki sefere artık...

* Haneke Funny Games 'i yeniden çekiyormuş! Bu sefer Hollywood yapımı olacak. Şimdi ne düşünmeliyim bilemedim. İlk önce bir hayal kırıklığı oldu tabi. Ama Haneke yapıyorsa bir bildiği vardır diyorum gene de... Göriciiiz...

* Kendime mp3 player alıp koşu bandı insanı olmak istiyorum. Daha ne yapmalıyım sıradan olmak için bilemedim...

* Bizim YKB tayfasını Güneşli 'de toparladık. Bir Zeynom yok. Güneşli 'ye gelmesin zaten kıyamam o cehenneme onu sokmaya...

* Bu kadar sümük nereden gelir, nasıl üretilir? Dr. House olsa da anlatsa. Onun da sezonu bitti, yeni sezon gelmedi :(

* Hatırlatma : Gürkan Bey 'i çok seviyorum. Şarap ve fazla mesai...

* Entegrasyon çalışmalarının nasıl gittiğini özetleyen bir karikatür yollamış bir arkadaşımız e gruba. Bayıldım. Yayınlamadan edemiciim :)



Sevgiler...

Pazartesi, Ekim 16, 2006

Filmekimi, soğukalgınlığı, fazla mesai, club sporium, aile hasretleri, doğumgünleri, diet, köpekbalığı kıkırdağı, kış, İtalya...

Bilmem anlatabildim mi? :))
Yeteeeeeeer diyesim var...
Ama yine de entegrasyondakilerden daha iyi durumdayım, şükretmem lazım. Umarım kolay olur herşey ve en kısa zamanda atlatırlar entegrasyonu... Sizi seviyorum eski YKB liler...

Çarşamba, Eylül 13, 2006

No Scuba :(

Kulağımdaki anatomik bir problemden dolayı dalış yapamazmışım :(
Tembelmiş kulağım :(
Tedavisi de yokmuş. Hıh :(
Bir hayali daha çöpe attım...

Perşembe, Ağustos 31, 2006

Ve Eylül...

Yağmurlar başlıyor...


"Uğraş didin farklı şeyler yapmak için
Üç kişi ya da beş kişi anlar
Ve zaman, ve zaman farklı yüzlerle
Bazen yanında bazen arkanda

Yalan diye bir şey yok
Gördük ama konuşmadık

Ve hayat her şey yolundayken dur dedi artık

Ve hayat herkes evindeyken dur dedi artık

Ve hayat -ki canına tak etmişti- sus dedi artık
Ve hayat

Kırık düşler, aynı yalnızlık
Öyle azaldık ve yıprandık ki
Kafamız karışık, değişmek zor
Dünya yıkılsa anlamazlar..."

Pazartesi, Temmuz 31, 2006

Depeche Mode...

Sizce ben bu yazıda anlatabilecek miyim hislerimi? 30 Temmuz gecesi neler yaşadığımı...
Ben sanmıyorum. Yazma ve ifade yeteneğim o kadar gelişmedi henüz :) Ama biliyorum ki benim gibi hissedenler var. Onlarla paylaşabiliyorum hislerimi.

En iyisimi ben kronolojik olarak anlatayım , hikaye şeklinde olsun... Hissettiklerimi anlatamayacağım çünkü.

30 Temmuz sabahı uyandığımda herşey çok değişikti. Çook ama çok heyecanlıydım. Zaten onu da blog' umda yazmıştım.
Saat 16:30 olup da evden çıkma zamanı gelince kalp atışlarım iyice hızlandı. T-shirt ümü giydim ve arabaya bindim.


Haluk, Barış, Eray ve ben Kadıköy iskelesine vardığımızda saat 17:00 olmuştu. 18:15 'te kalkacak olan tekneye binecektik. Etrafta konsere gidecek tipleri tespit etmeye çalıştım. Onlardan önce atlamalıydım tekneye. Amacım tabi ki sahne önü bölümünün de en önünde olmaktı. Tekneye binsem biraz daha rahatlayacaktım.
Tekne uzaktan göründüğünde, "geldi" dememle kalkıp koşmam bir oldu. Yanımdakileri beklemedim bile. Tekneye ilk binenler arasındaydım. Binip oturduktan sonra bir de baktım ki karada upuzun bir kuyruk oluşmuş. Bir kez daha şükrettim.
Eray heyecanımdan dolayı teknede 1 kutu bira içmemin iyi olacağını söyledi. Ben de gider gitmez wc ye gireceğim zaten o yüzden içeyim dedim. İyi ki içmişim o birayı. Yoksa kalp atışlarımı başka türlü yavaşlatamayacaktım. Çok kötü birşey bu. Saatlerce hep yüksek nabız. İnsanı yoruyor. Nefes yetmiyor...
Boğaz çok güzeldi. Ve hala inanamıyordum, birazdan hava kararacak ve onlar karşımda olacaktı. Kuruçeşme 'ye yaklaştığımızda tekneden ilk inenlerden olmak için diğerlerini bırakıp önlere doğru gittim. Rüzgardan ve çarpan dalgalardan gelen sudan korunmak için ellerimi yüzüme siper ettim. Hiçbirşey görmüyordum. Sadece rüzgarın sesi ve vücuduma çarpan su... Tekne yavaşladı, gözlerimi bir açtım ki karşımda sahne. Evet oradaydı. Denizden çok güzel gözüküyordu konser alanı. İnsanlar gelmiş biralarını içiyor deniz manzarasının keyfin çıkarıyorlardı. Tekneden indim. Şimdi de fotograf makinamı sokabilecek miyim heyecanı başladı. Normal kuyruk uzundu, VIP sırası ise boştu. Eraylarla vedalaşıp hemen güvenlik kontrolüne girdim. Evet tahmin ettiğim gibi, çantamın ön gözüne bakmadılar ve kolumda sarı VIP bilekliği ile hiç sorunsuz içeri girdim. Koşarak WC ye girdim. Bir yandan da insanların VIP olduğumu görmelerini istemedim. Nazar değmesindi :)

Sahne önü bölümüne geçmeden heyecanım da dinmedi hiç. WC den çıkıp yine koşarak sahne önü bölümüne gittim. Eraylar beni girişte bekliyorlardı, yine vedalaşıp içeri girdim soluk soluğa. Sahne önü kısmında henüz çok az insan vardı. Veeeee evvvet sol tarafa doğru bir boşluk bulup demirlere tutunduğumda kocaman bir nefes aldım.



En öndeydim :) Hem de tam Martin le Dave in ortasına doğru bir yerde yer bulmuştum. Yere çömelip sırtımı demirlere dayadığımda arkamda gördüğüm manzaraya inanamadım. Saatler önce gelen normal saha biletli DM hayranları demirlere dayanmış, sıkış tepiş ayakta duruyorlardı. Bense onların 15 m. önünde yere oturmuş sigaramı yakıyordum. Haksızlık gibi geldi bu. Onlardan gözlerimi kaçırdım hep. Yanımda daha sonradan kendilerine Overdose DM dediklerini öğrendiğim çılgın DM hayranları vardı. 10-15 kişi kadar. Onlarla sohbet ettim. Fotoğraflarını çektim.



Şarkılar söyledik beraber. Tabi ki DM şarkıları :) Sonradan Barış 'a kızacaktım ama onun sayesinde ezilmekten kurtulacaktım, Merter Stripped sırasında kızarkadaşına evlenme teklif edecekti vs... İlk saatlerde ise bunlardan habersiz kah ayakta bekledik, kah oturduk, kah sigara içtik. Su veya diğer herhangi bir sıvı asla içmedim. Çişim gelmesin nooolur diye dua ettim. Yerimi kaybetmek istemiyordum. Bu arada sahne önü kısmı dolmaya başladı. Eray la mesajlaştım, onları gördüm arkalarda :) Acaba diğerleri geldi mi vs derken Pamela çıktı. Sakince izledik, sonra Chantage. Onları izlerken artık heyecanlanmaya başladım. Onlar da gittikten sonra dakikalar geçmek bilmedi. Bir ara sahne ile bizim aramızdaki kısımdan backstage pass sahibi arkadaşları sıraya sokup götürdüler. Allahım ne şans. Onlar Dave ve Martin in yanına gideceklerdi. Onlardan biri olmak isterdim ama çok da önemli değildi. Ben zaten istediğim kadarını almıştım...

Ayakta , sıkışık , her 15 sn de bir saate bakarak geçirdim son 45 dakikayı. Bir ara Ümit le Nigar geldi. Ama benim bulunduğum yere giremeyecek kadar sıkışıktı önler. Bana uzaktan "Rahat mısın?" diye sordu Ümit. "İyiyim" dedim ama heyecan ve stresten gebermek üzereydim. Konser bitene kadar da görmedim onları bir daha. Ve 21:30 'u 1 dakika bile geçmeden, birden ama birden müzik kesildi, çığlıklar ve alkışlar yükseldi ve önce Peter ve Christian sonra Andrew ve Martin ve en son Dave çıktı sahneye. Dave çıkar çıkmaz sahne önündekilere doğru yürüdü ve selamladı. İşte ilk o anda gözgöze geldim Dave le ve Didem 'i andım. Didem 'in iyi dilekleri...Hep gerçek olur. O demişti : "İnşallah Dave le gözgöze gelirsin Duygucum" . Bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin etmemiştim. Ondan sonrası ise hayatımın en güzel anlarıydı. Çok yakındım. Martin hemen önümdeydi. Dave 'in sesi performansı mükemmeldi.



İnanamıyordum. Çok çok çok iyilerdi. Şarkılar birer birer bitiyordu. Bağırırak söylüyordum. Ellerim hep havadaydı. Hep Dave i takip ediyordum. Ama arada Martin 'e ve diğerlerine de bakıyordum. İkinci şarkıda "A Question of Time" da Dave tam önüme geldi ve eğildi. Tam şu sözleri bana bakarak söyledi : "You're only fifteen and you look good". Ben o anda ölmüştüm. Daha ötesi yoktu benim için... Tabi ki show icabıydı, tabi ki bi anlamı yoktu. Ama o 2 saniye benim için öyle değildi. Sanırım bu duyguyu hiç anlatamam o yüzden boşverelim :)



Hangi şarkılar sırasında fotoğraf çekeceğime önceden karar vermiştim. Fotoğraf ve video çektim bol bol. Ve tesadüfen I Feel You 'da video çekimi yaparken Dave soyundu. Böylelikle o sahneyi de kaçırmamış oldum :) O sahne budur : http://www.youtube.com/watch?v=T5jwONXy_dk

2001 dekinden farklı olarak bilincim gayet açık izledim bu konseri. Her dakikası gözlerimin önünde. Konserden sonra günlerce daha yaşadım ben konseri, zihnimde izledim. Dave , Martin, Andrew hepsi süperdi. Dave 'in performansı beklediğimin çok ötesindeydi. Hatta izlyip dinlediğim diğer Touring The Angel konserlerinden belki de daha iyiydi. 4 gün boyunca dinlenmişlerdi. Boğaziçi 'ne karşı konser veriyorlardı. E normal :)

Sahne, turnedeki diğer sahnelere göre küçüktü. O yukardan sallanan monitörlü büyük top yoktu mesela. Toplam 6 yerine 3 tane videoart monitörü vardı. Ama olsun herşey çok güzeldi.

Susuzluk ve açlık bile koymadı. Herşeye değdi. Sahne önünde olmak bambaşkaydı. Ve Eray 'ın sayesinde olmuştu... Onu çok seviyorum. O da çok iyi vakit geçirmiş konserde :) Sevda ve Tolga da öyle. Barış ve Haluk da. Aylin Zeynep Didem ve Hakan da...(pardon Hakan baymış biraz :) )



Sırasıyla şunları dinledik :
A Pain That I'm Used To
A Question Of Time
Suffer Well
Precious
Walking In My Shoes
Stripped
Home
In Your Room
John The Revelator
I Feel You
Behind The Wheel
World In My Eyes
Personal Jesus
Enjoy The Silence encore
BİS :
Leave in Silence
Photographic
Never Let Me Down Again

Notlar :
Konser toplam 105 dakika sürdü :(
Dave "A Question of Time" da bir kez "with my little one" derken şeyini tuttu.
Dave "World In My Eyes" da "Nothing more than you can touch now. That's all there is" sözleri boyunca şeyini tuttu :)
Dave ilk şarkıda yani "A Pain That I'm Used To" da ceketini , "I Feel You" da ise yeleğini de çıkarttı.
Martin ona seslenişimizin çoğunda bize baktı ve gülümsedi. Bir keresinde ise ben çok fena bağırdım baya bi gülümsedi bakıp :)
Martin "Home" söylemeden önce ve sonra "Happy Birthday Martin" söyledik. İkincisinde anladı :)
Dave Martin 'e "Thank You Martin" diyince, Martin onu Türkçe olarak karşıladı : "Teşekkür ederim" :)
"Leave in Silence" yorumu muhteşemdi.



En gaza geldiğim parçalar : "Behind The Wheel" , "Stripped" , "I Feel You" , "Photographic" , "Enjoy The Silence" , "Never Let Me Down" ve tabi ki "In Your Room" oldu.
Sahne ile aramızda geze 16-18 yaşlarındaki 3 kızın ben groupie olduğunu sanarken, birinin Martin 'in kızı Viva olduğu iddia edildi. (olabilir çünkü boyunlarında kart olmayan o bölgedeki tek insan onlardı. Diğer insanları hep kenara çekerken hiçbir güvenlik görevlisi bunlara dokunmadı.)
Dave "Suffer Well" sırasında bir ara dışarıda bir apartmanın balkonundan izleyen kitleye baktı uzun uzun ve güvenlik görevlilerine söyledi durumu.



Bana gelince...
Karnım ağrımadığı, çişim gelmediği için bedenime çok teşekkür ediyorum :)
Heyecan, adrenalin, coşku... Bu üçünü bir arada yaşamak herkese nasip olsun diyorum...
2001 konserinin yeri ayrıydı, 2006 'dakinin de yeri ayrı. 2001 'de sahneye uzak ama kendimden geçerek, ağlayarak izlemiştim konseri. Ve Dave gibi bir ilahı o zaman görmüştüm ilk. Beklediğimden çok öte birşeydi. Tanrıyı gördüm sanmıştım. Hipnotize olmuş gibiydim. Seyirciler çok çok iyiydi. Depeche Mode da çok coşmuştu.
2006 'da ise en önden izledim. Çok yakındım Dave ve Martin' e. Orada ayrıcalıklı olan az sayıdaki insanlar arasındaydım. Şanslıydım...Tüm şarkılara eşlik ettim. Tüm detayları izledim, kaçırmadım. Heyecanım had safhadaydı. Martin ve Dave ile gözgöze geldim. Seyirci 2001 deki kadar iyi değildi.
Bu anlamda 2001 ve 2006 konserleri birbirini tamamladı benim için.
O yaşadığım anları hiç bir şekilde anlatamayacağım, yazımın en başında da dediğim gibi. O yüzden sadece olayları yazdım. Hissettiklerimi yazıya dökerek küçümsemek istemiyorum.
Kuruçeşme Arena bence iyi bir konser alanı. Çünkü ulaşımı rahat (deniz yolu). Ferah ve denize nazır. Ama genelde DM 'yi görememiş millet , eğim olmadığı için. Bir de seyirci çok eşlik edememiş konsere. Ben bunların hiçbirinin farkına varmadım. Ben ve DM başbaşaydık benim için.
Çektiğim fotoğraflar DMTR de çok beğenildi. Videolar da öyle. Çok gurur duydum. O fotoğraflar benim için çok özel ve önemli bu sebeple.



Depeche Mode bir tutkudur denir. Kesinlikle öyle.
Onlar unique bir grup. Müzikleri de öyle. Grup elemanları birbirini çok iyi tamamlıyor. Dave tanrısallıştırılacak kadar ilahi. Sesi benim için dünyanın en güzel sesi. Martin 'in besteleri ve şarkı sözleri çok derinden etkiliyor beni.

Onlar benim için gerçekten bir tutku. Fanatizm boyutunda bir tutku. Konser sonrasında günlerce Dave ve DM ile ilgili internet üzerinden araştırma yaptım. Dave 'in yaşadıklarına, kendine yaptıklarına inanamadım. Ama şimdi iyi. En azından fiziksel olarak öyle. Ayık ve huzurlu. 8 senedir uyuşturucu almıyor. Spor yapıyor, barlardan ve alkolden uzak duruyor. Ancak yine de anlaşılıyor ki sözlerinden, eroinman olduğu zamanlarda yaşadığı o dünyaya göre bu dünyası çok sönük. "When there was heroin I didn't need anybody" diyor...



1993 Devotional konser DVD 'sini izliyorum uzun zamandır. En "high" dönemi Dave 'in. Henüz overdose yaşamamış, henüz ölmemiş. En iyi performansının olduğu dönem. Şimdi ise daha bir olgun ama hala çok seksi ve ilahi. Her ne kadar çok mutlu gözükmese de... Umarım onun için herşey güzel olur. Çünkü eroinden dönenler genelde yine sonunda ona dönüyorlar... Umarım öyle olmaz. Umarım çocukları Jack ve Stella ile çok mutlu yaşar...



Birisi yazmış ekşi sözlüğe :
"Tanrıyı daha önce görmedim ki...?!
Ne kadar parlak , ne kadar üstün olabilirdi ?
Sadece duymuştum...
Tahmin edebildiğim kadar da sanmıştım...
O kadar "ilahi"ydi ki , onu Tanrı sandım..."

Burada "Tanrı" olarak bahsedilen, bir dönem Jim Morrison 'dı benim için. Ama uzun bir dönemdir de artık Dave Gahan...

Biliyorum. Bu tutkunun da sonu gelecek. Ama bana öyle geliyor ki, bundan sonraki tutkularım daha bir dünyevi olacak :) Bir bebek mesela... Kimbilir...
O yüzden bu son hayal dünyasına ait tutkumun hayatımda hep özel bir yeri olacak...



Words are trivial
Pleasures remain
So does the pain
Words are meaningless
And forgettable
All I ever wanted
All I ever needed
Is here in my arms
Words are very unnecessary
They can only do harm

Enjoy the silence...

Pazar, Temmuz 30, 2006

30 Temmuz 2006


Sonunda geldi... 30 Temmuz 2006. Kasım 'dan beri mi bekliyorum hatırlamıyorum. Ama dün bile çok normaldim. Bugün ise heyecandan titriyorum. Hiç böyle olacağımı düşünmemiştim. Yani heyecandan ellerim titriyor, bacaklarım boşalıyor filan. Karnıma ağrılar giriyor. Heyecandan çok nedense stresliyim. Fotoğraf makinası olayı çok stres yaptı beni. Hiç götürmesem mi acaba? Ama o zaman da içeride şakır şakır fotoğraf çekenleri görünce pişman olurum... Bilemedim... Son anda karar vericem sanırım...

Benim gazımla birçok kişi konsere gelmeye karar verdi. Pazar akşamı onca eziyete katlanacaklar. Umarım iyi bir konser olur.

Dün Kemancı 'daki parti çok kötüydü. Ozan 'la konuştuk orada. Bir gece önce DM üyeleri ile Reina 'da yemek yemişler. Martin çok iyi ve mutluymuş. Türkiye 'yi çok seviyor ya. Bir de bir önceki konser iptal olduğu için biraz dinlenmişler. Ancak buna rağmen Dave çok bitkinmiş. Yemekten sonra direk otele dönmüş. Diğerleri ise Black diye bir bara gitmişler. Dün nerede olacaklarını söylemedi Ozan.

Bir gece önce bir şekilde Reina 'ya gitseydim -ki aklımın ucundan bile geçmezdi- direk Dave 'i ve Martin 'i görecektim.

Tam 4 gündür İstanbul 'dalar... Bu düşünce bile heyecan veriyor bana :)

Her neyse. Evdeyim şu an ve heyecandan midem kaynıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Çantamı filan mı hazırlamaya başlasam? Elim ayağıma dolanıyor. Çok kötü bu yaaa :)
Bu kadar stres yaparsam konserin tadını çıkaramam. Bir de umarım karnım filan ağrımaz, çişim gelmez... Açlık ve susuzluğa dayanırım da diğerleri kötü. Bira da içemicem sırf çişim gelmesin diye. Halbuki biraz kafam iyi olsaydı daha rahat izlerdim...
Olsun herşeyin bir bedeli var. Sahne önünün bedeli de bu :)

Umarım çok güzel bir konser olur...

Sevgiler...

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

Doğumgünü ve Hoşgeldin....

Dün benim doğumgünümdü...Her sene bir önceki seneden daha güzel geçiyor gibi geliyor doğumgünüm :) Belki yaşlanmanın avuntusudur bu bilmiyorum...
Öğlen Didocuumun organize ettiği bir ekiple beraber çok güzel bir yerde yemek yedik. Buradaki insanların beni daha tanımamalarına rağmen doğumgünü yemeğime gelmeleri, samimi ve sıcak davranışları, incelikleri çok hoşuma gitti...
Akşam Tolga ve uzun zamandır sohbetini çok özlediğim Amy ile beraber rakı balık yaptık...Amy 'ciğim bana Canada 'dan çok özel bir kızılderili ressamın tablosunu getirmiş...Bayıldımmm :)
Kocacım da beni fasıl heyetine anons ettirip doğumgünümü kutlattı tüm restauranta...Biraz utandım tabi ama çok hoş bir jestti :)
Tolga : sohretbenim dot com güselim ;)
Diğer sevdiklerimle de bu haftasonu buluşacağız... Onları da çoooooooook özledimmmmm...

Ha bu arada tabi yeni işe başladım. Bu konuyu yazmamıştım :) Ama şimdi kısaca yazacağım.

Şöyle ki : genç dinamik bir ekip, güzel bir ortam, Dido 'nun önceden bize sağladığı konfor, yeni bir proje ve çoook özel bir müdür :)

Yaaaa müdürümden bahsetmeden edemeyeceğim. Neden mi? Çünkü daha önce hiç rock konserlerine giden, Dave Gahan sahnede soyunuyor diye sinir olan, Slash 'siz bir Guns N Roses 'ı kabul edemeyen, İstanbul Film Festivali , Müzik Festivali, Jazz Festivali vs gibi bilumum festivalleri takip eden, bize festivallerden biletler armağan eden, aynı zamanda futbol muhabbeti de yapabilen, öğleden sonraları dondurma, simit, şarap gibi atıştırmalıklarla odasında molalar verdiren, sinema ve müzik hakkında rahatça tartışabildiğim, muhteşem ve sıradışı diye ifade edebileceğim bir espri anlayışına sahip ve masama "Hoşgeldin" notuyla birlikte "1000 Films to change your life" kitabını şık bir hediye paketi içinde bırakan bir müdürüm olmamıştı...
Daha çok başındayız ama ben onu o kadar çok sevdim ki...
Aman nazar değmesin ona ve onun bu samimiyetine :)

Hoşbulduk :)

Perşembe, Haziran 22, 2006

Tatil derken?

YKB 'ye veda etmişim...Hüzün yapmışım, ağlamışım... Alp 'le Pınar 'ın Çubuklu 29 'daki düğününde DJ 'în başının etini yiyip düğünde Depeche Mode çaldırıp çıplak ayak dansetmişim sosyetik pistte, şıkır şıkır kıyafetler içinde...Düğünden 4 saat sonra almışım yanıma kocamı ve en sevdiğim kuzenimi, sarhoş binmişim uçağa...
Bu tatilden öncesiydi...Ben hatırlamıyorum...Anlatıyorlar, öyle olmuş.
Tatil ve tatilden sonra ise, bambaşka...Hayatım değişmiş... Hayat hiç olmadığı kadar güzel olmuş...
Anlatmak zor hikayeleri...
Atladık Antalya 'dan kiralık arabaya, "on the road again".
Gezi kitabı, Tolga 'nın kafasındaki doğa sporuna heveslendirme hayalleri, Eray 'ın kafasındaki rakı balık planları, benim 19454726 kg 'lık eşyam...Bir de yanımızdaki gizli arkadaşımız(!)...

İlk durak Olimpos...Klasik. Çok da enteresan bir yer olmasa da, ilk yorgunluğumuzu atmak ve gülme krizlerimizi doya doya yaşamak için iyi bir seçimdi. Keza Olimpos 'tan itibaren bu üçlü "Üç Gülenler" olarak anılacaktı...

Tolga dorm'da kaldı. Yatak arkadaşlarından biri keş-leş bir Suriye 'liydi. Tolga çok zarar görmesin diye 2 günden fazla kalmamaya karar verdik. Gerçi Tolga tatilin başında karar vermişti zaten çekiciliğini test etmeye ama biz razı olamazdık. O biricik Tolga ' mızdı, gay olmasındı...Ama tabi yine de kendisi bilirdi..."Canına göre değişen canlı müzik" yapan yer yerine Öküz 'e gitmeye karar verdik ilk gece. Veee Tolga dansın ilk sinyallerini verdi o gece..."O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Olimpos 'ta özenle hazırlanmış keklerimizi(!) yedik. Kek derken?Muffin formatındaki keklerimizin 7 tanesi fındıklı 3 tanesi bademliydi. Bilenler bilir bademliler çoooook daha özeldi(!). Kah güldük, kah uyuduk, kah içtik, kah yüzdük, kah sea kayak yaptık... Sea kayak derken? Dümensizdi bi de... Daha tatilin ikinci gününde Tolga bizi tuzağa düşürmüştü, belki kekler yüzünden olabilir, bilemicem ama hemen evet dedik. Ve tatilin daha ikinci gününden , dümensiz sea kayaklara rağmen Tolga 'ya hak verdik. Yalnız Eray 'ımı biraz güneş çarptı. Birkaç gün hasta gezdi. Ama hiç sesini çıkarmadı. Birtanem o benim... Güneş çarpması fenadır. 2 sene önce de yine Olimpos 'ta benim başıma gelmişti... Sea kayak vakası sadece bu kadar değildi. Bir de közlenmiş domates gibi derilerimiz oldu. Şu anki soyuklarımızı buna bağlıyoruz...

Porto-Ceneviz koyuna gittik. (bu koyun özelliğini(!) daha sonra öğrenecektik ve "o. derken?" diye karşılık verecektik). Sea kayak ta bir çift de bize eşlik etti. Sonradan bu çiftin adını "bizim çocuklar" olarak koyacaktık. Tolga 'nın ufukta gözden kaybolmasını beraber izledik. Sea kayak bilmeyen sea kayak rehberini endişelendiren Tolga bizi çekmek için geri döndü. Dümensiz sea kayak kötüymüş...

Bir ara sea kayak lardan atlayıp denize girdik. Tolga sea kayak 'a kendi başına çıkmak için ısrar edince ortaya garip pozisyonlar çıktı...Kime niyet kime kısmet Tolga 'cım...Ama o yine de mutlu bir insan... "O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Benim kürek çekmeye doyamayan kollarım yüzünden çoğu zaman tek başına kürek çekmek zorunda kalan kocamı kocalıktan soğutmamak için dönüş yolunda bana Tolga eşlik etti...The Doors ve Depeche Mode eşliğinde dönüp 'bizim çocuklarla' gözlemelerimizi yedik. Gözleme derken? Olimpos 'un vazgeçilmezi ve tek yiyecek opsiyonu...'Bizim çocuklar' neden bilmem ama akşam ziyaretimize gelmediler...Bütün gece bunu merak ettik. Hatta kayısı toplamak için ağaca tırmanan ve Tolga 'yı günaha davet ettiğine inandığımız o güzel ayaklı turist kız bile ilgimizi çekemedi (?!).
Olimpos 'u uzatmayıp biraz daha kuzeye, bizi bekleyen cennete : Kabak Koyu - Turan 'ın yerine doğru yola koyulduk... Hatırlayamadığımız ne çok şarkı sözü varmış meğersem :) Yemek için Kalkan 'a uğradığımızda Tolga amacına ulaşmak için ilk adımı attı : kulağını deldirdi. Artık o hem deli hem de küpeli...

Yolda Kelebekler Vadisi 'nden geçerken bir saygı duruşunda bulunmadan edemedik. Saygı derken?

Kabak Koyu 'nda Turan 'ın yerine varmak için bize biraz yürüyeceksiniz demişlerdi... Ben düz bir yürüyüş yolu beklediğimden 19454726 kg 'lık eşyamın sorun olmayacağını düşündüm. Ha bu arada Likya Yolu işaretlerini her gördüğümüz yerde Tolga 'nın "bak".."bak..."bak" demesinden ayrı bir gına sebebi çıkarttım o da ayrı. O yolda eşyaları taşımak için eşekler varmış. Bizde de vardı. Tolga ve Eray :( Sessiz ama yoğun küfürlerini çok derinden hissettim. Heralde artık benden nefret etmişlerdir ve beni bir kenara fırlatıp atarlar, zaten ikisi çok iyi bir çift oluşturdular , Tolga Eray 'a boş değil zaten filan diye düşünürken Turan 'ın cennetti onlara nefret denen şeyi unutturdu. Neredeyse her türlü nefreti... (!?!!!)

Ben kocamı kimseye kaptırmam. Konu Tolga ve Tolga 'nın hayatta herşeyi bir kez denemelisin felsefesi olsa bile. Felsefe derken? Eray'ım zaten homofobiktir. O sadece Tolga 'yı üzmek istemiyo... Neysssee Turan 'ın yerinin işletmecisi ve sevgilisi Ece çok tatlı insanlar... Ortam mükemmel : SAYKO DELİK ! Çalan müzikleri ve ortamı öyle tanımlıyorlar kendileri. Psychedelic derken? Heralde bu kelimenin anlamını açıklamaya çalışırken bir ya da birbuçuk saat boyunca gülmüşüzdür. Gizli dostumuz(!) sağolsun...Doğanın dengesini bozmuş bile olabiliriz. Denge derken? Tolga 'nın şu sorusunu unutamam : "Doğanın hangi dengesi?" Niyeti bozduğu her halinden belliydi..."O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Neyse doğru yolu bulduk. Tolga 'nın yerini ben aldım. Kaldığımız küçük evler çooooooooook güzeldi. Kapısı filan yok, yerde bir şilte, cibinlik ve muhteşem manzaralı bir balkon...O evlerde uyunan uykunun yerini başka hiçbirşey tutamaz... Her ne kadar horozların "arkadaşlaaaaaaar" çağrısı Eray 'ımı sabahları uyutmasa da... Balkon sohbetlerimizi ve gözümün önünde gerçekleşen "shotgun" unutamadıklarım arasında...

Tolga yine bir doğa sporu tuzağı kurmuş Kabak 'ta : Dağın zirvesine tırmanıcaz ! Yemedim tabi bu sefer. Ben paşa paşa denizime girer, Turan 'ın psychedelic müzikleri eşliğinde kitabımı okurum dedim ve bu ikisini yalnızbaşlarına doğaya saldım. Bu arada annemi aradım. Annemin uyarısı : "kalmayın oralarda, kene saldırısı varmış, virüs bulaşıyomuş". Kene derken?

Bunlar çıkmış zirve civarına...Likya Yolu yürüyen ak sakallı bir dede filan görmüşler. Susuz kalmışlar filan. Artık ne kadar eksik ne kadar fazla anlattılar bilemicem... Ben denizde dalgalarla oynadım, kitap okudum, müzik dinledim, arındım filan tabi bu arada... İnsan cennete çok sık uğrayamıyor. Doya doya yaşadım...Tolga spora doyamamış olacak ki , dağdan indiğinde ben şu adaya yüzüp gelim dedi. Gitti. Dönüşte de François Ozon filmlerinden fırlamış bir edayla kumsalda oturan ve Tolga 'yı beklediği varsayılan genç ve yakışıklı bir çocukla sohbet etmiş. (Belki bu sadece bir hayaldi ona emin olamıyoruz...)

Geyik bir kenara...Kabak Koyu 'nda herşey o kadar güzeldi ki. Yıldızlar, şarap, insanlar, güneş, cibinlikli yatağımız, balkonlarımız, yankılanan kahkahalarımız, bizi sevdikleri için hiç üstümüzden inmek istemeyen sineklerimiz....

Bu arada İTÜ 'den Süheyla ile karşılaştım orada...Onlar da cennette 6 gün kaldılar. Biz ise "on the road again derken?" dedik ve 2 güzel günün sonunda oradan ayrıldık... Dönüş yolu sonunda ağlamamı es geçiyorum... Hayatımın en sancılı yürüyüşünü yaptım. (Daha da sancılısını ise 20 haziran gecesi sonrası Kuruçeşme 'den Ihlamur 'a kadar yapacaktım...)

Bir sonraki durak beni daha az yormak adına ve yolda yemek için durduğumuzda aklımızda kalan Kalkan 'dı. Doğa sporu tuzağı felan olmasın diye yeri ben seçmiş ve planı ben yapmıştım. Bu sefer tuzak sırası bendeydi. Ucuz bir pansiyona yerleştikten hemen sonra Kaputaş 'a denize gittik. "Pansiyon derken?" : Bunu gerçekten de bir genç sordu bize...

Kaputaş 'ta Tolga 'dan ilham almış olmalıyım ki kaşındım : "Hadi Mavi Mağara 'ya yüzelim !" Bizden çok daha akıllı olduğu her halinden belli olan kocam akıllılık edip katılmadı bize. İlk önce kaya tırmanışı, bir gece önce gördüğüm rüyaya paralel olarak aşağa bakıp başımın dönmesi, titremem ve deli gibi pompalanan adrenalin. Kayalardan suya atlama sonrası dalgalar yüzünden yuttuğum sular ve pes etmem... Bir de üstüne üstlük birden bire türeyen köpekbalığı paniğim :( Tolga 'nın : "keşke köpekbalığı gelse de fotoğrafını çeksem" duası...Dua derken? Çeke çeke, çük gibi bikaç balık fotosu çekti. Çük derken? "O diil de bi İlhan İrem vardı o nooldu Tolga?"

Dönüşte benim moralimi düzeltmek için her kılığa girebilen Tolga bir de benim kuruması için hasırın üstüne serilmiş olan bikinimin içine girdi.

Bir de uzun süre oturdu öyle. Ne zamanki biz erotik konulara girdik ve içi içine sığamadı işte o zaman değiştirmek zorunda kaldı bikiniyi... Ben yorumsuzum... Bakalım medya ne diyecek...

Kalkan 'da ilk gecemiz, Tolga için bir ilkin daha gerçekleşmesine gebeydi. İşte bu da benim tuzağımdı... Az sonra anlatacağım ama önce göz kapaklarım düşmüş bir şekilde Kalkan sokaklarında dolaşmamız, "ne koydun lan buna?" diye Tolga 'ya çıkışmalarımız, restaurantta bir türlü sipariş vermeyeşimiz, kitlenmelerimiz, Tolga 'nın garsona :"Patates yer miyiz?" diye sorması, Eray 'ın rakıyla buluşması, Tolga 'ya aldığımız Thai pantolonları, açılan yırtmaçları, Tolga 'nın "yaz bunları" diye ısrarları ama hiçbirşeyi hatırlayamamız , ota boka güldüğümüzü farketmemiz gibi "Üç Gülenler" in birkaç anektoduna değinmeden edemedim. Yani bir insan bu kadar gülebilir... Biz ota boka gülüyoruz sanıyorduk ama aslında çoğu zaman bizi güldüren Eray 'mış. Bunu Eray 'sız kaldığımız zamanlarda gülemediğimizden anladık :)

Bu kadar gülünce dünya tersten dönmeye başlıyor. Gerçekten de...İnanın valla öyle...

Şöyle açıklayayım : geceyarısına doğru bir bara girdik, dışarda masada oturup biralarımızı içip dünyanın dönüşünü izlerken, Shakira "hips don't lie" çalmaya başlayınca ben biraz içeri girip dansetmek istedim. "E biz de gelelim barda duralım" dediler bu çılgın ama o an için durgun ikili... İçeri girdim bir baktım ki, Tolga benden önce fırladı piste ! Bu dans etmemeye yeminli adam, bu dans etmeyi sevmeyenler kulübü kurucusu...Saat 00:30 'du hiç unutmuyorum. Thai pantolonu ile Tolga pistteydi. Onu bir daha durduramadık. Saat 02:30 gibi onu zorla aldık pistten. Pistteki leş-keş , videoklip ezberi dans eden kız bile dikkat çekemedi Tolga pistteyken. Sonunda kız ortadaki kolonlardan birini bacaklarının arasına almaya kadar ileri gitti ama nafile... Tolga pistin kralıydı :) Kral derken? Tolga tuzağa düşmüştü...

Ertesi gün Amy kulaklarına inanamayacaktı. O heyecanla bu olayı fotoğraflamayı akıl edemedim.. Çok yazık. Ama musluk açıldı bir kere...Akar bu :)

O rüyadan uyandığımızda kendimizi tekne turunda bulduk. Sevda 'mın hediyesi bandana bikinimle takım oluşturmuştu. Bu yandaki fotoğrafa konuşma balonu eklersek Eray 'ın balonu şu olur : "Heeeeeeeeeeeeeeeea" :)

Bu heeeeeeeeeea olayı burada anlatılamaz. Çok güç. O bir efekt, o bir ekol, o tatilimizin vazgeçilmezi ve Eray 'la Tolga 'ya artık yapışmış olan bir efekt. Korkarım Tolga toplantılarda da yapacak bunu.

X firmasından Y Bey : Çikolatanın ambalajı mavi olsun diyoruz biz Tolga Bey.

Tolga : İçinden de oyuncak çıksın şöyle bi güzel. Heeeeeeea...

At-çek (??) sualtı kamerasını iyi ki almış Tolga. Bi sürü su yuttuk poz vercez diye...

Bir de birisi sualtında pırtlayınca da kokuyormuş. Burnumu tıkamak zorunda kaldım :( Yoksa burnuma su kaçmasın diye tıkadığımdan diil yani...

Sualtında fotoğraf ayrı bir deneyimdi. Kadrajı ayarlamak zor. Mesela ayak tırnağımdaki oje dövmeyi çekeyim derken kadraja Tolga da girdi.

Deneme(?!) amaçlı elele bile tutuşturdum çılgın iki erkeği...

Bu arada Tolga bir iş bağlantısı kurdu, daha doğrusu bağlantı Tolga 'yı tavladı. Eray 'la ben Tolga 'ya "olmadı ayakların açık kaldı, olmadı eğim dorğu değildi, olmadı bir daha atla" diyerekten tekneden habire atlatıp kendi sirkimizi kurmuşkene , yaklaşık Tolga 'nın 758 'inci atlayışı sırasında sürpriz bir foto çekerek ve aslında Tolga 'nın gayet düzgün atladığını ispat ederek promosyon firmasına Şölen A.Ş. 'den bir toplantı koparan Gökhan Bey 'i de ayrıca tebrik ediyorum buradan...Tebrik derken?

Neysemmm...Medeniyete en fazla 2 gün katlanabildik. Son durak ve bana göre en eşsizi : Kaleköy 'dü... Kekova Üçağız köyünden deniz yoluyla ulaşılabilen , Batıkkent 'in karşısında kalan küçük köy ve oranın bir o kadar büyük manzarası beni büyüledi...

Kaleden izlediğimiz güneş batışı, gece bakmaya doyamadığımız yıldızlar ve aniden çıkan kızıl renkli ay, batıkkentin tepelerinin suya yansıması, kadife siyahlığındaki deniz ve katran karalığında tepeler... Yansıma ile uzayda akan kara bir nehir olarak algıladığımız sanrımız... Yaşadığım en güzel gecelerden biri... Gördüğüm en güzel manzara... Müzik bile bu kadar güzel olamadı hiç bir zaman...


Kaleköy 'de de o akşam Eray 'ın tuzağı bizi bekliyordu... RAKI BALIK ! İsminin senaristten geldiğini iddia ettiğim Sinarit balığı yedik o akşam... Çok lezzetliydi. Yemekte çok gülmedik. Çok güzel şeyler konuştuk. Hayatımda babamdan sonra en çok sevdiğim erkeğim Eray ve ondan sonra gelen geceyarısı güneşim Tolga ile... Konuştuklarımız bizim aramızda. Gizli dostumuzla Mehtap pansiyonun balkonunda gece büyülendiğimiz o manzara sadece bizim hafızamızda...

Daha fazlasını sanırım yazamicam...Geri dönüş , yolda olmak, Zeyneplere Adrasan da yaptığımız küçük ziyaret ve paylaştığımız gizli dostumuz , Hillside Su 'da kahve molamız, hepsi ayrı güzeldi...

Ama anlatmak zor işte... Herşey çok ama çok güzeldi....

Hepsiden de ötesi hayatın kendisi herşeyden daha da güzelmiş...

Ve...Hayatımdaki herkes...İyi ki varsınız. İyi ki de benim kadar inatçısınız... Sizleri ve içinde sizlerin olduğu bu hayatı çok seviyorum...

Perşembe, Haziran 08, 2006

Veda...

Radiohead – Street Spirit (Fade Out) eşliğinde...
Eskihisar dan dönüyorduk...
Gözümün önünde...Barış ‘ın arabasındaydık. Bu şarkı çalıyordu. Kimler vardı?
Canımmm olan sizlerden birkaçı...
O zaman düşünmüştüm. Gidersem ne kadar da üzülürüm diye... Ama gitmek, ayrılmak o zamanlar çok uzaktı.

Güzel şeyler hep devam edecek sanırız. İçinde bulunduğumuz anı yaşayabilmek için en doğrusu da bu heralde... Hayatın provası yok...

Nasıl garip geliyor şimdi...O anları daha da yoğun yaşayabilseymişim keşke diyorum ama zaten yoğun yaşadım ki şimdi bu kadar hüzünleniyorum...

Nasıl bir paylaşımdı ki bu, giderken yüreğimden bir parça kopuyormuş gibi canım acıyor. İçim acıyor. Bu acıyı tariflemek zor. “üzülme duygu yine görüşeceğiz, zaten biz hep dostuz” diyorlar. Doğru...

Ama...

Beraberdik herşeyde. Bütünleştik. O çok göz ardı ettiğimiz ancak bir yandan da hayatımızın büyük bir parçası olan günlük yaşamlarımızı paylaştık.
Tabi ki bu dostlukların sonu geldi yazısı değil bu...

Ama...

Bir gerçek de var ki günlük hayatın koşuşturmacası , aynı günlük hayatın içinde olmayan bu dostlukların paylaşımını azaltıyor... Ben klasik dostluk kalıcıdır muhabbeti yapmak istemiyorum. Biliyorum zaten içimden kopan parçanın diğer yarısı yine size ait ve hep öyle kalacak. Günlük hayatı paylaşamasak bile... Ama yine biliyorum ki; aynı olmayacak... Elimi uzattığımda orada olmayacaksınız, güler yüzünüze , yanağınıza istediğim an öpücük konduramayacağım. Anlık mutluluk / hüznümü yanınıza gelip paylaşamayacağım. Molalara çağıramayacağım. Gün içinde oralardan bir yerden kahkahalarınızı duyamayacağım. Ancak bilmemkaç tane parametreyle planlanan buluşmalar sonunda görebiliyor olacağım sizi. Beni üzen bu...

Hep yanımda isterim ben sevdiklerimi. Sevgi her ne kadar fedakarlık da deseler bir tarafı da çok bencil işte benim için.

Kızmayın bana böyle yazıyorum diye...
Gözümün önünden gitmeyen şeyler yazdırıyor bana bunları. Tekrarı veya bir benzeri olamayacak o anılar yazdırıyor...

İkiler, Kekik , Filizler, Mc Donalds, Bayramoğlu mantıcı teyze, Hisar ‘da balık ve kaçamak biralarımız...Her Hisar a gidişimizde "atlasak feribota ordan Bodrum 'a" hayallerimiz...Kim tutardı ki bizi?

OPC ‘deki Cafe ‘miz. Türk kahvesi sırasında bekleyip bir yandan zırvalayıp gülerken bir yandan masa kapma çabalarımız...

Yemekhanede sinema , araba , iş , kitap , medya , müzik, cinsellik vs herşey konuştuğumuz yemeklerimiz. Gidelim diyip gittiğimiz / gidemediğimiz filmler, organizasyonlar...

Zeynebimin potları , Sevdamın film çekim hevesleri, Barışımın test sürüşleri, Neclamın bitmeyen pozitif enerjisi, Ümitimin engin bilgisi, Hakanımın grup için şarkı elemeleri , Hüseyinimin başına gelen pişmiş tavuk hikayeleri, Didemimin 4 kat yukarıdan duyulan kahkahaları...

Kar tatili bahislerimiz, şu filmi beğendim / beğenmedim tartışmalarımız, festival organizasyonlarımız, sürpris doğumgünü organizasyonlarımız, OPC içinde oradan oraya taşınmalarımız, Laila cafe ‘miz, OPC yılbaşı partilerimiz, Plaza ‘ya gidip gelişlerimiz, güneş tutulmasını izleyişimiz, yürüyüşlerimiz, ISA3 belgeselimiz, dedikodularımız, kahve fallarımız, radikal bulmacalarımız, kişi tutmaca / tahmin etmece oyunumuz, mp3 share lerimiz, OPC bahçesinde extreme kartopu oyunlarımız, fazla mesailerimiz, sametime ‘la başlayıp gtalk ‘la devam eden anlık sohbetlerimiz hatta dertleşmelerimiz, küfürlerimiz, yiğit özgürlerimiz, şaşı fotoğraflarımız...

Klasikleşmiş repliklerimiz;
“WC deyim giderken alın beni”
“Mola?”
“Hadi”
“Bugün yemekte ne var?”
“Dışarı çıkalım mı?”
“Bende araba var”
“Kahveleri sen mi ısmarlıyosun”
“Sen masa tut”
“Giderken şunları da içeri masama bırakır mısın?”
“Mesai?”
“Inventus önünde bekliyorum”
“Ben şimdi geldim moladan :( ”



Komiklerimiz;
“Tombuşlar”
“Gebze porseleni”
“Toplum odası”
“Pilav tavuk (pillow talk)”
“Origami oldum”
“Homofobik ne demek”
“Homoibibik diilim ben”
“Libido ne demek?”
“Kegel ne demek?”
“Göt”
“Sensin göt”
"Metaforik füg"
"Goethekorik çük"
....
....

Bitmez...
Hafıza muhteşem birşey. Bütün bunları unutturmadığı, düşünürken bile nerdeyse o anki kadar mutlu edebildiği için...

Sizi çok seviyorum.

Hoşçakalın...

Duygu